Ne zaman babamın ani vefatı ile ilgili bir yazı yazsam 15 gün bloğa giremiyorum, o yazı ısrarla bilgisayarımın masaüstünde bekliyor. Aşağıdaki yazı da böyle yazılardan biri. Babamın öğrettikleri başlığı altında bu yazıyı 15 gün önce yazdım, noktasına virgülüne dokunmadan aşağıya kopyalıyorum çünkü paylaşmamak beni daha çok rahatsız ediyor.

Babamın öğrettikleri - 1. ölüm yıldönümü yazım


31 Temmuz, en sevmediğim gün

Ölümün beni bu kadar olgunlaştıracağını bilmezdim. Babam benim can dostumdu, her durumda beni koşulsuz sorgusuz seven ve kabul eden hayatımda önemli bir figürdü. Ölümünün üstünden 3,5 ay geçti ve yokluğuna hala alışamadım. 31 Temmuz benim için güzel bir tarih değil. 

Bana o kadar çok şey öğretti ki, zamanın her şeyi silen gücüne karşı koymak adına aklıma gelenleri babamın öğrettikleri başlığı altında uzun uzun yazmak istiyorum. Babası yaşayanları o kadar çok kıskanıyorum ki… Artık yollarda gördüğüm yaşlı amcalardan sonra “ne kadar uzun yaşamışlar, benim babam bu kadar yaşamadı” diyorum ya da çok kilolu yaşlı yürüyemeyen 80-90 yaşında dedeleri görünce “hayat ne garip, onca hastalıkla ölmüyorlar ama benim babam hiç hastalığı yokken 10 dakikada öldü” diyorum. Doğru mu yanlış mı bilemem ama diyorum işte.  

Babam öldüğünden beri en çok özledim şey onun sohbetleri, en çok pişmanlık duyduğum şey ise ona yeterince sarılmamış olmak. Allaha şükür ki annem var, annem de olmasa ne yapardım bilmiyorum. 

Babam öldüğünde facebook whatsup gibi yerlerde “şerefli asker babamı kaybettik…” gibi şeyler yazdık. Ölümün verdiği ani şokla sanırım herkesin aklına “şerefli” kelimesi geldi.

Şeref babam için her şeydi

Şerefliydi gerçekten. Kimseye eyvallah etmedi, kimseye çıkarları için şirin görünmeye çalışmadı, parası olduğu halde ne parasız ne de zengin gibi davrandı. Her fırsatta neredeyse her gördüğü insanla konuşmaya çalışırdı. Hatta annem kadınlarla benden çok konuşuyorsun diye ona kızardı bazen, ama babam herkesle konuşurdu, kadın erkek çocuk yaşlı ayrımı yapmazdı. Daha doğrusu herkesin hikâyesini dinlemek isterdi. Dinlerken sessizce oturur kimseyi yargılamazdı. Bariz bir şekilde hata görüyorsa da bunu söylemekten çekinmezdi bunu bile zarafetle yapardı.

Sanırım etrafta kimseyi kırmadan hayatını tamamlamış nadir kişilerden biriydi. Elbette kırdığı kızdığı kişiler de var ama onu o kadar iyi tanıyorum ki eğer babam kırk yılda bir birisini kırdıysa o kişi bunu muhakkak hak etmiştir. 

Ah bir sarılabilsem, sadece sarılsam

Bugün paralel dünyalarla ilgili bir iki video seyrettim. Uçuk bir teori olsa da insan seyretmeye başlayınca dalıp gidiyor. Seyrederken kendime ciddi ciddi şunu sordum: 

-Şayet paralel evren diye bir şey varsa ve bir gün kendini orada bulursan ilk ne yaparsın? Düşünmeden verdiğim cevap şuydu: 
-Kendi evimde uyanırsam hemen telefona koşarım ve annemlerin evini ararım. Babam nasılsa telefonunu açmaz, annemi ararım ve babamı sorarım. Belki uyanıp bu evrene döneceğimden vakit kalmaz diye muhakkak telefona babamı isterim ve onunla konuşurum. Ona onu ne kadar özlediğimi söylerim. Hatta gecenin bir vakti eşimi uyandırıp hadi bizim eve gidelim derim. Tabii paralel evrendeki gerçekler gereği eşim buna itiraz eder ve sabahı bekleyemez mi der. Ben ise ısrar ederim ve arabaya atlarım. Çünkü bilirim ki sabahı beklersem o kucaklama hiç olmayacak. 

Acım bitti mi? Hayır. Hala babamın bana öğrettiği milyonlarca şeyi yazmaya başlayamadım bile. Onunla ilgili ne zaman yazı yazmaya başlasam hep onu ne kadar özlediğimi anlatıyorum. Oysa elimde biyografisini yazacak kadar bilgi doküman var ama hala onun örnek alınması gereken davranışlarını anlatmaya hazır değilim. 

Babamın 2. ölüm yıldönümü yazım

Post a Comment

Daha yeni Daha eski